“Kurtuluşumuz İçin Bize Bir Yasa Gerek”
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik ve
Download the report in Turkish
Türkiye’de birçok lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel (LGBTT) vatandaş
utanç duygusuyla felç olmuş durumda korku dolu hayatlar sürüyor. Halen çoğu için
gündelik bir olgu olan, istismar, şiddet veya diğer taciz biçimlerine maruz kaldıklarında,
devlet otoritelerine gidip yardım istemekten haklı olarak çekiniyorlar: çok uzun bir süredir
polis tarafından istismar edilip sadist davranışlara maruz bırakıldıkları gibi bu durum
hakimler ve savcılar tarafından da gözardı ediliyor. Yapılan reformlara rağmen, bu
raporun da gösterdiği gibi, bu çeşit kötü muamele vakaları halen devam ediyor.
Türkiye’de yaşayan LGBTT vatandaşların karşı karşıya kaldığı kötü durum bu topluluğun
diğer ülkelerde karşılaştıklarıyla çok benzerken, “erkeklik” ile “kadınlık” kavramlarına dair
katı kurallar özellikle Türk toplumunun ve devletinin yapısına derin bir şekilde işlemiş
durumda. Bu gibi kuralların devamı, bu raporda gösterildiği gibi, aktardığımız birçok
olayda eşitsizliği devam ettirmekte ve şiddeti artırmakta.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün konuştuğu her travesti ve transseksüel ile çoğu eşcinsel
erkek cinsel yönelimleri veya toplumsal cinsiyet kimlikleri yüzünden şiddetli saldırılara
maruz kaldı—bu kişilerden bazıları da birden fazla. Çark mekanlarında (partner aramak
için gidilen yerler) atılan dayaklar, kurbanlarıyla internet üzerinden buluşmak üzere
sözleşen adamlar veya çetelerin yaptıkları soygunlar, ve cinayet teşebbüsleri belgelenen
taciz vakaları arasındaydı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün konuştuğu lezbiyen veya biseksüel kadınlar ailelerinin
uyguladığı, çoğunlukla aşırı olan baskıdan bahsettiler. İçlerinden bazıları cinsel yönelimini
“değiştirmek” için psikolojik veya psikiyatrik “yardım” almaya zorlanmışlardı. Birçoğu
fiziksel şiddete de maruz kaldılar.
Durum tamamen karanlık değil; son yıllarda birçok olumlu gelişme de oldu. Bugünün
Türkiye’si karmakarışık işaretlerle dolu. Bu durum en doğru ifadesini 2005 ortalarında
Ceza Yasası’nın yenilenmiş halinin kabul edilmesine yol açan süreçte buluyor. Yeni yasa
kabul edilmeden bir yıl önce, Türkiye Millet Meclisi Adalet Komisyonu kamusal hayatın
geniş bir kısmında ayırımcılığı engelleyecek bir yasa metnini kabul etti: “cinsel yönelim”
de ayrımcılığa karşı korunaklı bir statü olacaktı. Bu yenilik Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
(AB) üyelik başvuru sürecinin bir parçası olarak algılanıyordu.
Bu gelişme Türkiye’nin küçük çaplı lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel
hareketini hemen canlandırdı ve yeni yasada “cinsel yönelim”in dahil edilmesini destekleme çalışmasını başlattılar. Türkiye’nin iki en büyük LGBTT derneği olan Lambda
İstanbul ve Ankara merkezli KAOS-GL 15 Eylül 2004 tarihinde kadın derneklerinin
gerçekleştirdiği bir organizasyonda 500 kişiden oluşan bir grupla meclise yürüdüler—
talepleri, kabul edilen hükmünün korunması ile azınlıkları istismar eden ve haklarını
kısıtlayan diğer birkaç maddenin değiştirilmesiydi.
Nihayetinde, cinsel yönelimden bahseden metinden vazgeçildi ve yerine Türkiye
Anayasası’nın 10. maddesinde bulunan ifade yerine. Bu madde “dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi görüş, felsefi inanç, din, mezhep veya başka herhangi bir nedenden bağımsız
olarak” eşitlik vaat ediyor. Bu yenilgi belki de tahmin edilebilir bir şeydi—çünkü 2003
yılının sonlarından beri, başbakanın siyasi danışmanı, iktidar partisine “eşcinseller üye
olamaz” şeklinde bir görüş ifade etti, “Ancak kendi partilerini kurabilirler”1
diye ekledi.
Yine de aktivistler umutluydular çünkü son yıllarda çoğunlukla AB katılım kriterlerine
uymak adına Türkiye’de birçok olumlu yasal değişiklik gerçekleşmişti.
Türkiye’nin bugün bulunduğu kaygan zeminli süreçte daha geniş özgürlükler çok zararlı
ve tehlikeli tavırlarla iç içe. Pozitif taraftan bakılınca, Türkiye’de sivil toplum on yıl
öncesine oranla gözle görülür bir şekilde daha özgür, öyle ki geyler ve lezbiyenler gibi
Türkiye’nin geniş travesti ve transseksüel çevreleri de bunun etkilerini hissediyorlar.
Lambda İstanbul, KAOS-GL, ve Ankara merkezli travesti ve transseksüel dayanışma
derneği Pembe Hayat—her ne kadar sınırlı bir topluluk olsalar da, yasal zorluklar ve
tacizlerle engellenseler de—sansürün azaldığı ve halen kısıtlı olmakla birlikte sivil
toplumun kendini görece daha fazla ifade edebildiği bir ortamın faydalarını görüyorlar.
Şubat 2005’te, hükümet partisinin bir milletvekili ile Sağlık Bakanlığı’nın bir temsilcisi
Ankara’da LGBTT vatandaşların insan hakları konulu bir konferansa katıldılar—bu
sembolik anlamda önemli bir adımdı.
Fakat görünürlük şiddeti beraberinde getirdi. Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve
transseksüel vatandaşların daha çok açığa çıkmaları, kendilerini daha fazla tehlikeye atmak
anlamına geldi. Bu rapor beş alanda kendini gösteren bu tip tehlikelere dair kanıtlar
sunuyor: eşcinsel erkeklere karşı saldırılar, hala polis tarafından sık sık teşvik ediliyor ve
hatta bazen de polis bu suçu bizzat işliyor; lezbiyen kadınlar üzerinde katı aile baskısına
maruz kalıyor ve yine polis şiddeti kendi uygulamıyorsa istismarları görmemeyi tercih
ediyor; travesti ve transseksüel kişiler toplumsal damgalanma ve şiddete maruz kalıyor;
askeri ve tıbbi alanlarda ayrımcılık yoğun yaşanıyor; ve LGBTT gruplarının dernek kurma
ve ifade etme özgürlüklerine karşı kısıtlamalar halen sürüyor.
Homofobik şiddet Türk devlet otoritelerinin dikkatini yaygın bir sorun olarak çekmeye
başladı ve bu sorunla ilgili ilk tereddütlü adımlar atılıyor. 2003’te İstanbul Üniversitesi Adli Tıp profesörü ve Adalet Bakanlığı’nın Adli Tıp biriminin Cinsel Şiddet bölümünde
bir müddet çalışmış olan Dr. Şevki Sözen, bakanlığın başlattığı bir çalışmadan edindiğini
bildirdiği rakamları İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne verdi. Sözen’in aktardığına göre,
çalışma için görüşülen gey ve lezbiyenlerin yüzde 37’si fiziksel şiddet, ve yüzde 28’i ise
cinsel şiddet görmüş. Travestiler ve transseksüeller içindeyse yüzde 89’u fiziksel şiddet ve
yüzde 52’si cinsel şiddet görmüş. Dr. Sözen’in bize anlattığına göre, bütün olaylar
içerisinde kurbanların sadece yüzde 42’si yardım istemiş ve sadece yüzde 26’sı polise
başvurmuş. Polise gidenlerin altıda birinden daha azı, adalet sisteminin davalarıyla
gerektiği şekilde ilgilendiğini belirtmiş.
2
Bahsi geçen çalışma halen basılı değil; Dr. Sözen bize görüşülen kişilerin sayısını,
örnekleme yöntemi ve hangi mülakat teknikleri kullanıldığını söyleyemedi. Bu sebeple bu
rakamların kesin kabul edilmemesi gerekmesine rağmen, kendi mülakatlarımızda
karşılaştıklarımızla tamamen örtüşmektedir.