Background Briefing

Özet

Türkiye’nin, ülkenin güney doğusunda yaşanan silahlı çatışmalar sonucunda zorla yerinden edilen, çoğunlukla Kürt kökenli yüzbinlerce köylüye tazminat ödenmesiyle ilgili yasası, hükümetin açıkladığı adil ve uygun ıslaha yönelik amaç ve ilkelere aykırı olarak uygulanıyor. Kanunun uygulanmasıyla görevli yerel komisyonların kararları, yerinden edilenlerlerin, çatışma öncesindeki evlerine geri dönmelerini engelliyor. Üzüntü verecek derecede yetersiz tazminat ödemeleri eğilimi artık belli oldu ve İnsan Hakları İzleme Örgütü Türk Hükümetine, çalışma yöntemlerinin ve önerilen ödeme seviyelerin hemen gözden geçirilmesini sağlamak üzere, ödeme miktarlarına karar veren komisyonların faaliyetlerini askıya almasını öneriyor.

Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun (Tazminat Kanunu), Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Temmuz 2004’te kabul edilerek yürürlüğe girdi. Yasa, 1984 yılından itibaren Türkiye’nin güney doğusunda Türk hükümet güçleri ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında yaşanan silahlı çatışmalarda mağdur olanların zararlarını karşılamayı amaçlıyordu. Bunlar arasında, çatışmalar sonucunda evlerini ve geçim kaynaklarını terk ederek göç etmek zorunda bırakılan—çoğunluğu Kürt çiftçilerden ve ailelerinden oluşan—378.335 köylü de vardı. Tazminat Yasası’nın şartlarına göre bu kesime yapılacak ödemeler, zorla göçün kendisinden kaynaklanan zararların yanısıra, bu ailelerin on yıl ya da daha fazla süreyle kendi mülklerine dönememelerinden kaynaklanan zararları da karşılayacaktı. Türk hükümeti yasanın amacını “Devlete olan güveni pekiştir[mek], vatandaş-Devlet kaynaşmasını artır[mak], terörle mücadeleye ve toplumsal barış önemli katkıda bulun[mak]”1 olarak açıklamıştı ve etkin bir şekilde uygulanacağına dair kararlılığını ortaya koymuştu.

2005 yılında, hükümet ile çatışmalarda mağdur olan vatandaşlar arasında sulhname pazarlığı yapmakla görevlendirilen yerel “zarar tespit komisyonları”ndan bazıları, kanuna uygun olarak, eski evlerine dönen ya da yeni bir hayat kurarak yerinden edildikten sonra yerleştikleri şehirlere entegre olan ailelere yardımcı olmaya yetecek miktarlarda ödeme yaptı. Zarar tespit komisyonlarının bu dönemde sergiledikleri görece iyi performans, en azından kısmen, Türk hükümetinin yeni kanun ile, yerinden edilenlerin sorunlarına yurt içinde bir çözüm olduğunu gösterme isteğinden etkilenmişti. Türk hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde karar bekleyen ve yerinden edilenler tarafından Türkiye aleyhine açılan 1500’den fazla dosyanın, yeni yaratılan bu kanal ile çözülebileceğini göstermeye çalışıyordu. Aynen de AİHM Ocak 2005’te, 1994 yılından bu yana yerinden edilmiş bulunan Aydın İçyer’in müracaatı ile ilgili olarak verdiği kararda, iç çözümlerinin tamamının tüketilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi. AİHM, yerinden edilenlerin, mahkemeye başvurmazdan önce denemeleri gereken Tazminat Kanunu’nun, etkili bir çözüm olabileceğine işaret etti.

AİHM’nın İçyer davasıyla ilgili kararını açıklamasından bu yana, Tazminat Kanunu’nun yerel zarar tespit komisyonları tarafından uygulanışında açıkça farkedilir bir kötüleşme yaşandı. Zarar tespit komisyonları görevlerine, çok daha eli sıkı ve keyfi yaklaşıyor gibiler. Bunun sonucunda da yapılan tazminat ödemeleri komik denecek kadar az oluyor. Örneğin, Diyarbakır zarar tespit komisyonunu yakınlarda verdiği bir kararda, 1993 yılında askerler tarafından yok edilen evine, ekinlerine ve ipek böceği ticaretine hala bile dönemeyen bir aileye, toplam tazminat bedeli olarak 5.000 YTL (3.350 USD) ödeme önerdi.2

Yerinden edilen insanlar teorik olarak, bu türden alay edilircesine verilen tazminat miktarlarını mahkemeye taşıma hakkına sahipler. Ancak, mahkeme masraflarının bir kısmını önceden ödeme yükümlülüğü, uzun yargılama süreçleri ve mahkemelerin yerinden edilenlere yetersiz adalet sağlama konusundaki sicili, bunu gerçekçi bir seçenek olmaktan çıkarıyor. Köylülerin, zarar tespit komisyonu ne önerirse önersin kabul etmek dışında pratik hiç bir seçeneği yok. Başka bir yol izlemeye kalkışmak, hayatlarını düzene sokma imkanını daha da geciktirmekten başka bir işe yaramayacak.

Yerinden edilen insanların önündeki bir başka teorik seçenek ise, tüm iç hukuk yollarını tükettikten sonra, davalarını tekrar AİHM’ne götürmek. Ancak, gerçekte AİHM’nın konuyla ilgili karar vermesine kadarki uzun ertelemeler, yerinden edilenlerin bir miktar tazminatı kabul etmesi—miktar ne kadar yetersiz olursa olsun—ya da daha yeterli bir tazminat ihtimali için beş ila on yıl daha beklemesi arasında seçim yapması demek.

Zarar tespit komisyonları, zararların hesaplanmasında, kimi zaman kanunun kendi uygulama yönetmeliklerine rağmen bile gittikçe keyfi ve adaletsiz kıstaslar gibi uygular gibi görünüyor.3 Bu hesaplamalar sürekli olarak hükümetten yana ve hükümet tarafından suistimale uğrayan mağdurlar aleyhine oluyor. Komisyonlar, hükümetin tazminat ölçekleriyle oynayarak—örneğin ev değerlerini hayvan barınaklarının değeri üzerinden hesaplayarak—aile konutlarının değerini düşürüyor. Zorla göçün en çok yaşandığı bölgede, gelirlerin büyük bölümü hayvancılıktan kazanılmış olmasına karşın, zarar tespit komisyonları, kanun hilafına, hayvanlarla ilgili zararları tazmin etmeye yanaşmıyor. Dahası, müracaatçıları kapsam dışı tutmak ve devletin yükümlülüğünü azaltmak için bir dizi “kural” icat ediyorlar.

Kısacası, tazminat kanunu, kanunun ve hükümetin ilan ettiği amaç doğrudan gözardı edilerek uygulanıyor. Aynı şekilde, yerinden edilenlerin adil bir tazminat alma ihtimalleri ve çatışmadan önceki evlerine dönebilme imkanları yok ediliyor.

Zarar tespit komisyonları, her bir ailenin zararlarını titizlikle ölçüyormuş gibi yapıyor. Oysa bu yaklaşım, kadastro çalışmalarının ancak başladığı ve yerel ekonominin bütünüyle kayıt dışı olduğu—ekonomik zararları belgelemeyi özellikle güçleştiren iki faktör—bir bölge için uygun bir yaklaşım değil. Bu, özellikle memurlar ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmiş olmasına karşın, müsvedde kabilinden dahi bir kaydın tutulmadığı yüz binlerce insanın göçe zorlandığı bir programın sonucu için hiç uygun değil. İhlallerle ve aile koşullarıyla ilgili resmi kayıtların yokluğu gözönüne alındığında, hükümet, bireysel değerlendirmelere son vermeyi ve bunun yerine aile ferdi sayısı ve yerinden edilme yıl sayısı üzerinden bir hesaplama ile hane başına ödenecek sabit bir tutar ödemeyi düşünmeli.

Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, 12 yıl boyunca yerinden edilen bir aileye ödenecek rakam 50.000 YTL (33.500 $)’den az olmamalı. Bu rakam, Batman ilinde ilk ödenen ve yaygın şekilde duyurulan rakamın ortalaması ve AİHM’nin Türkiye’de yerinden edilme davalarında hükme bağladığı ortalama ödeme civarında. Bu uygun bir alt sınır çünkü AİHM’nin tazminat oranları, adaletin tam olarak yerine getirilmesinden ziyade onarılmasına yönelik sembolik bir jest olarak, genellikle sıradan sivil mahkemelerin vereceklerinden daha düşükler.4 Yerinden edilen bir aile, tipik olarak, devlet görevlileri tarafından tehdit edildi, aşağılandı ve silah zoruyla evlerinden çıkarıldı. Aile yuvası çocukların gözü önünde yakıldı. Ailenin barınma ve geçinme imkanları ellerinden alındı. Aile, travmaya uğramış bir halde, alışık olmadığı şehir ortamında kendi yollarını bulmaya bırakıldı. İş aramak zorunda bırakıldı ve on yıldan daha uzun bir süre yüklü miktarlarda kira ödemek zorunda kaldı. Bütün bu süre içinde evlerinden ve geçimlerini sağlayan mülklerinden uzak kaldı. Bir sivil mahkeme kanalıyla zararları tam ve adil bir şekilde karşılanacak olsa, bir kaç yüz bin dolar tazminata hak kazanmaları kesin olurdu.

Ödeme seviyesinin AİHM’nın belirlediği ortalamanın altına düşmesi, Tazminat Kanunu’nun sadece adaletsiz bir şekilde işlediğini değil, geri dönüş ve entegrasyon sağlamak için pratik bir toplam bedel temin etme fonksiyonunu da yerine getiremediğini gösteriyor.

Türkiye’de yerinden edilenlere adalet sağlayan ve bu insanlara karşı işlenen ihlallerin belgeleyen AİHM ve Avrupa Konseyi, Türk hükümetinin zarar tespit komisyonlarının çalışmalarını askıya alması, gözden geçirmesi ve düzeltmesi için ısrarlı ve uyanık olmalı. Yerinden edilenlerin durumu, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerdeki temel gündem maddelerinden biri. AB, Tazminat Yasası’nın yerinden edilenlerin yaşadığı sorunlarının giderilmesine katkıda bulunması için tüm nüfuzunu kullanmalı.

Bu memorandum için gereken araştırmalar, İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından, Diyarbakır, Bingöl ve Elazığ illerinde gerçekleştirildi. Çok sayıda yerinden edilen kişi, uluslararası kuruluş temsilcisi ve Türkiye’deki diplomatik temsilci ile görüşmeler yapıldı. Alan çalışması jandarmanın müdahale ve engellemeleriyle zora sokuldu ve İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacısının—vize işlemlerindeki düzensizlikler iddiasıyla—13 Nisan 2006’da gözaltına alınması ve sınırdışı edilmesiyle son buldu.

Bu raporda görüşülen köylülerin ve bazı avukatların isimleri, kimliklerinin saklanarak korunması amacıyla yalnızca adlarının baş harfleri verilerek gösterildi.



1 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun (no 5233). 19 Nisan 2004.

2 Bu yazının yazıldığı tarihte bir Yeni Türk Lirasının değeri 0,67$ ve 0,53 Euro idi.

3 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Uygulama Yönetmeliği, Yönetmelik No: 2004/7955, 4 Ekim 2004; Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Uygulama Yönetmeliği, Yönetmelik No: 2005/9329, 22 Ağustos 2005, Resmi Gazete, 15 Eylül 2005.

4 Bkz. Bona, Marco. Şahsi Yaralanma Tazminatının Avrupalılaştırılmasına Doğru? Avrupa’da Şahsi Yaralanma Tahminleri için Bağlamlar, Araçlar, Malzemeler ve Davalar Avrupa’da Şahsi Yaralanma Tazminatı içinde. (Towards the “Europeanisation” of Personal Injury Compensation? Contexts, Tools, Projects, Materials and Cases on Personal Injury Approximation in Europe) Ed. Marco Bona & Philip Mead, Deventer, Kluwer, 2003: “Mahkeme tarafından verilen tazminatlar genellikle düşüktür. Ayrıca dikkat çekmek gerekir ki AİHM, ihlalin tanınmasını kurban için kendi başına etkili ve yeterli görme eğilimindedir. Çoğu durumda tazminatı yalnızca buna eklenen bir şey olarak ele almaktadır. Ayrıca bkz. Leach Philip, “Bir davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Taşımak” (Taking a Case to the European Court of Human Rights) Oxford University Press, 2005: “Genelde zarar tazminatları, Avrupa Konseyindeki pek çok ülkenin yerel mahkemeleri tarafından verilen zarar tazminatlarına kıyasla düşüktür... Bunun sebebi muhtemelen Strasburg’daki temel çözümün, Sözleşmenin kendisinin ihlal edilmiş olmasının tespiti şeklindeki yaygın görüştür.”