(Brüksel) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch -HRW) bugün yaptığı açıklamada Türkiyeli güvenlik güçlerinin en az 2017 Aralık’ından bu yana Türkiye-Suriye sınırında yüzlerce ve bazen binlerce sığınmacının yolunu düzenli olarak kestiğini ve savaş nedeniyle harap olmuş Suriye’nin İdlib vilayetine sorgusuz sualsiz sınır dışı ettiğini söyledi. Kaçakçı yollarını kullanarak Türkiye’ye girmeye çalışan sığınmacılar, kendilerine ateş açan Türkiyeli sınır muhafızları tarafından öldürüldüler ve yaralandılar. Suriye sınırına 30 km. uzaklıktaki Türkiye kenti Antakya’ya yeni ulaşmış Suriyeliler de İdlib’e sınır dışı edildiler.
BM’ye göre, Rusya-Suriye askeri ittifakının İdlib’deki hükümet karşıtı güçlere karşı Aralık ayında yürüttüğü saldırılar yaklaşık 400.000 sivili yerlerinden etti. Bu insanlar, İdlib’deki emniyetsiz, aşırı kalabalık kamplarda yaşayan ve geçişe kapalı Türkiye sınırının yakınlarındaki tarlalarda kurulmuş derme çatma kamplara sıkışmış, yemeğe, temiz suya, barınağa, sağlık hizmetlerine ve yardıma muhtaç halde, sürekli saldırı tehdidi altında bulunan 1.3 Milyon kişiye katıldılar. Avrupa Birliği (AB) 26 Mart 2018’de Bulgaristan’da yapılacak zirve toplantısında savaştan kaçan Suriyeli sivillerin Türkiye’ye sığınmalarına izin vermesi için Türkiye’ye baskı yapmalı ve Türkiye’deki ve bölgedeki Suriyeli mülteciler için daha fazla yardım taahhütünde bulunmalıdır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü mülteci hakları programı direktör yardımcısı Gerry Simpson, “sınır muhafızları Türkiye sınırındaki son boşlukları da kaparken, yüzbinlerce Suriyeli tarlalara sıkışmış ve Suriye tarafındaki bombalarla karşı karşıya bırakılmış durumdalar” dedi. Simpson, “AB’nin yapması gereken, Türkiye’nin mülteci hukukunu gözardı etmesine ve binlerce kişiyi katliama maruz kalabilecekleri bir yere geri itmesine sessiz sedasız göz yummak değil, ihtiyaç duyanlara sınırını açması için Türkiye’ye baskı uygulamak ve anlamlı bir destek sağlamaktır,” şeklinde konuştu.
T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM), bu iddialara, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne yolladığı ve bir bölümünde “Türkiye, terör örgütlerine karşı sınırlarının güvenliğini sağlarken açık kapı politikasından ödün vermek zorunda kalsa dahi sınırlarına gelen ihtiyaç sahibi Suriyelileri ülkesine kabul etmeye devam etmiş, gelen Suriyelilere kesinlikle ateş açmamış, asla şiddet uygulamamıştır” denilen, uzunca bir yazıyla karşılık verdi.
GİGM’nün cevabi yazısında, 2017 yılında belirli sınır kapılarından geçiş yapan 510,448 ve 2018 yılında da şu ana dek 91,886 Suriyeli’nin geçici koruma kaydı altına alındığı belirtilerek “rakamlardan da anlaşılacağı üzere Suriyelilerin kayıt altına alınmadığı iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır” deniliyor. Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiyeli yetkililer İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün özgül bulgularına yönelik bir soruşturma başlatmış değiller.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, kaçakçılarla defalarca Türkiye’ye girmeyi denemiş ancak başarılı olamamış 21 Suriyeliyle, Şubat ayının ortalarında telefonla görüştü. Görüşülenlerden 18’i Rusya ve Suriye’nin Der Zor ve İdlib’e yönelik hava saldırılarının artması yüzünden bulundukları yeri defalarca terketmek zorunda kaldıklarını, sonuçta canları pahasına da olsa Türkiye’ye kaçmaya çalışmaktan başka çarelerinin kalmadığına karar verdiklerini anlattı.
Görüşülen kişiler, sınırı kaçakçılarla birlikte geçtikten hemen sonra yollarının Türkiyeli sınır muhafızları tarafından kesildiği ve neredeyse tamamı Aralık ayı ortalarıyla Mart ayının başları arasında vuku bulmuş 137 olay anlattılar. İnsan Hakları İzleme Örgütü, ayrıca, sınır muhafızları tarafından vurulmaktan korktukları için kaçma girişiminde bulunmamış ve İdlib’de sıkışıp kalmış 35 Suriyeliyle de görüştü.
Dokuz kişi de sınırı geçmeye çalıştıkları sırada Türkiyeli sınır muhafızları tarafından kendilerine veya kendilerinden daha ileride bulunanlara ateş açılması sonucu beşi çocuk olmak üzere 14 kişinin öldüğü ve 18 kişinin yaralandığı, Eylül ile Mart ayı başları arasında vuku bulmuş 10 olayı anlattı.
İdlib’de bulunan siviller, ayrıca, Türkiye’nin Suriye’de Kürtlerin kontrolünde bulunan Afrin’de 20 Ocak’ta başlattığı harekat sırasında, Kürt ve Türkiye kuvvetlerinin arasındaki çapraz ateşe de yakalandılar.
Birleşmiş Milletler mülteci ajansı, Kasım ayında, Suriye hakkında yayımladığı en son ülke rehberinde “Suriye’deki tüm bölgelerin bir veya birden fazla çatışmadan doğrudan veya dolaylı olarak etkilendiği bildiriliyor” diyerek, tüm ülkelere uzun süredir yapmakta olduğu “Suriyelileri zorla geri göndermeme” çağrısını sürdürdüğünü belirtti.
Türkiye’ye girmeye çalışan Suriyeliler, yollarının Asi nehrini geçtikten sonra veya al-Dureyya’daki ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin kaldığı kampın yakınlarında kesildiğini söylediler. Türkiyeli sınır muhafızlarının, yollarını kendilerinden önce kestikleri yüzlerce, bazen binlerce başka Suriyeliyle birlikte, kendilerini de sınır dışı ettiklerini anlattılar. Sınır muhafızlarının kendilerini Hatya’daki gayrı resmi bir geçiş noktasından veya Asi Nehri üzerindeki, daha önce yardım kuruluşları tarafından kullanılan Dostluk Barajı Köprüsü’nden geçerek, Suriye topraklarına geri dönmeye zorladıklarını söylediler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü bu iki geçiş noktasının ve sığınmacıların Suriye’ye gönderilmeden önce tutulduklarını söyledikleri, sınır bölgesinin hemen yanındaki basketbol sahalarına kurulmuş büyük çadırların bulunduğu dört güvenlik noktasının uydu görüntülerini elde etti.
Bu bulgular, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Türkiye sınırında 2017 yılının Mayıs ile Aralık ayları arasında vuku bulan öldürme ve sorgusuz sualsiz geri itme vakalarına ilişkin 3 Şubat’ta yayınlanmış raporunun ve 2015 Kasım’ı ve 2016 Mayıs’ındaki benzer tespitlerinin devamı niteliğinde.
Türkiyeli üst düzey bir yetkili, 3 Şubat’ta yayınlanan rapora cevaben, Türkiye’nin milyonlarca Suriyeli mülteciyi kabul ettiğine dikkat çekerek, Türkiye hükümetinin bu tür raporlara uzun süredir verdiği yanıtı yineledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ulaşmış olduğu son bulguları 15 Mart tarihli bir mektupla Türkiye’nin İçişleri Bakanı ile paylaştı ve kendisinden bu bulgular hakkındaki yorumlarını 21 Mart tarihine dek iletmesini talep etti.
BM mülteci ajansına göre Türkiye halen 3.5 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye bu cömertliği için övgüyü ve desteği hak ediyor. Ayrıca, Suriye ile olan sınırının güvenliğini sağlamak da Türkiye’nin hakkı.
Ancak Türkiye, aynı zamanda, geri gönderildikleri takdirde zulme uğrama, işkenceye veya insanlık dışı ve aşağılayıcı cezaya maruz kalma riski olan sığınmacıların sınırlardan geri çevrilmesini yasaklayan geri göndermeme (non-refoulment) ilkesine riayet etmekle de yükümlü. Söz konusu ilke, sığınmacıların, onları bu tür risklerle karşı karşıya bırakacak şekilde sınır boylarından geri çevrilmesini de yasaklıyor. Türkiye ayrıca ölümcül güç kullanımını düzenleyen uluslararası hukuk kurallarına ve yaşam ve bedensel bütünlük haklarına riayet etmekle de yükümlü.
Türkiye geri göndermeme ilkesine riayet ettiği konusunda ısrar ediyor. GİGB tarafından bu rapora cevaben yazılan yazıda “bu aşamada sınır kapılarımızdan Suriyelilerin ülkemize kabul edilerek koruma altına alınmasına da devam edilmekte; ülkemize bir şekilde giriş yapmış olan ve koruma talep eden Suriyelilerin kesinlikle geri gönderilmemekte ve kabul ve kayıt işlemleri yapılmaktadır,” deniyor. Cevabi yazıda şunlar da söyleniyor: “Ülkemize gelen Suriyeliler hiçbir suretle zorla geri gönderilmemekte, kayıt işlemlerine devam edilmekte ve bu yabancılar ülkemizde birçok hak ve hizmetten faydalanmaktadır.”
Aralık ayı itibariyle, Türkiye’nin Suriye sınırında kurmaya başladığı ve roket saldırılarına dayanıklı beton duvarlar ve çelik çitlerden oluşan 911 kilometrelik sınır bariyerinin yaklaşık 800 kilometresi tamamlanmıştı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bölgeden elde ettiği uydu görüntülerinde, Suriyelilerin kaçakçılarla geçtiklerini söyledikleri noktaların, duvar bulunmayan bölgelerde yer aldığı görülüyor.
Türkiye’nin 2015 yılı ortalarından beri sürdürdüğü Suriyeli sığınmacıların yasal yollarla sınırı geçmelerine izin vermeme politikası, AB ve Türkiye arasında 2016 Mart’ında imzalanan ve mülteci ve göç akımının Avrupa’ya ulaşmasını engellemeyi amaçlayan tartışmalı göç anlaşmasıyla yasal olarak da pekiştirildi. Oysa AB’nin yapması gereken, Türkiye’nin sınırlarını mültecilere açık tutması için Türkiye ile birlikte çalışmak, Türkiye’nin mülteciler için yürüttüğü çalışmalara maddi destek sağlamak ve Türkiye’deki mültecilerin yeniden yerleştirilmesi için ülke kotalarını artırarak sorumluluğu paylaşmak olmalıdır.
Simpson “AB Türkiye’nin mültecileri kitlesel olarak sınır dışı etmesini görmezden gelmekten vazgeçmelidir” diyerek, “Bulgaristan’daki toplantı AB hükümetlerinin ve kurumlarının tuttukları yolu değiştirmeleri ve Türkiye’nin Suriyeli mültecileri korumasına yardımcı olmak amacıyla daha çok çaba sarfetmeye, örneğin daha çok mültecinin yeniden yerleştirilmesine olanak sağlamalaya başlamaları için açık bir fırsat sunuyor,” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin sınırdan kitlesel geri itme politikası ve yerinden olmuş Suriyelilerin Suriye’nin İdlib vilayetindeki durumları hakkında daha detaylı bilgiyi aşağıda bulabilirsiniz.
Türkiye’nin kara sınırları yasal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı ordu sınır birimleri tarafından korunuyor. Ayrıca jandarma da sınırda kara kuvvetleri komutanlığının emri altında görev yapıyor. Ek olarak, sınırın yakınlarında, kırsal bölgelerde olağan asayiş görevinden sorumlu jandarma karakolları da bulunuyor. Bu raporda kullanılan sınır muhafızları terimi özel olarak asker ya da jandarmaya atıfta bulunmuyor; bunun sebebi rapor için görüşülen kişiler bu bilgiyi ya vermedi ya da bu tür bir bilgiye sahip değillerdi.
Türkiye Sınırında Düzenli Olarak Meydana Gelen Kitlesel Geri İtmeler
İnsan Hakları İzleme Örgütü 14-20 Şubat 2018 tarihleri arasında sınırı birçok kez geçmeye çalışmış 21 Suriyeli sığınmacıyla görüştü. Bu görüşmeler cep telefonuyla yapıldı ve görüşülen kişilere mülakatların amacı açıklanarak kimliklerinin gizli tutulacağı garantisi verildi. Ayrıca, görüşmecilerden anlattıklarını kullanmak için izin alındı.
Görüşülen kişiler Türkiye sınır muhafızlarının Suriye’nin Darkuş kasabası yakınlarındaki sınırda kendilerini engellediği ve yakındaki güvenlik noktalarında tuttuktan sonra yüzlerce, bazen binlerce kişiyle birlikte Suriye’ye geri gönderdikleri 137 vaka anlattı. Bu vakaların 107 tanesi 1 Ocak ve 6 Mart tarihleri arasında gerçekleşmişti.
Suriye hükümetinin Eylül 2017’de köyüne yaptığı saldırılardan kaçmış Der Zorlu bir erkek Ocak ayı ve Şubat’ın ilk yarısı boyunca Suriye’deki yerinden edilen kişilerin kaldığı al-Dureyya kampı yakınlarındaki sınır bölgelerinde sınır muhafızları tarafından dokuz kez durdurulduğunu söyledi.
Söz konusu kişi, Şubat’taki üç vakayı şöyle anlattı:
Her seferinde erkekleri “Suriyeli hainler” diye aşağılıyorlardı. İçlerinden bazılarına zorla yakacak odun toplattılar. Daha sonra bizi askeri kamyonlara bindirip Hatya sınır kapısı yakınındaki güvenlik noktasında bulunan basketbol sahasına götürdüler. Orada büyük bir çadır vardı. Bizi bu çadıra yerleştirdiler; gece orada tutulduk. Bize ne su, ne yemek verdiler, ne de doğru dürüst tuvalete gitmemize izin verdiler. Çadır o kadar kalabalıktı ki basketbol sahasına taşmıştık. Yüzlerce kişiydik. Ertesi sabah hepimizi otobüslerle sınıra götürdüler.
Üç Suriyeli, binlerce kişiyle birlikte sınır dışı edildiklerini söyledi. Eylül-Ocak ayları arasında sınır muhafızları tarafından 11 kez durdurulduğunu söyleyen El-Hamidiyeli bir adam, genellikle 500 kişiyle birlikte sınır dışı edildiğini anlattı. Ancak bir defasında, Ocak ayında sınır muhafızlarının Suriye’den sınırı geçmeye çalışırken durdurdukları kişilere birer numara verdiklerini ve kendisinin numarasının 3.890 olduğunu söyledi. Sınıra götürülmek üzere otobüslere en son bindirilen kişilerden biri olduğunu anlattı.
Birçok kişi sınır dışı etmek için kullanılan iki noktadan bahsetti. Sınır muhafızlarınca tutuldukları güvenlik noktalarından araçla 10 ve 30 dakika uzakta olduğunu söyledikleri bu yerlerden biri Hatya’daki gayri resmi sınır geçiş noktası, diğeri ise Asi Nehri üzerindeki “Dostluk Köprüsü” denen küçük bir baraj. İnsan Hakları İzleme Örgütü bu iki geçiş noktasının ve sığınmacıların Türkiye’ye geçmek için kullandıklarını söyledikleri sınır bölgesinde bulunan dört güvenlik noktasının uydu görüntülerini elde etti.
Sınırı defalarca geçmeye çalışmış Hamalı bir kadın Şubat’ın ilk iki haftası boyunca altı defa ve her birinde tahminen 50 ila 600 Suriyeliyle birlikte sınır dışı edildiğini söyledi:
İkincisinde, günlerden 4 Şubat’tı; sınır muhafızları bizi bir askeri noktaya götürüp daha önceden yakaladıkları 200 kişiyle birlikte büyük bir çadıra koydular. Dört saat sonra, yaklaşık saat sabah 8.00’de büyük otobüslere bindirilerek Dostluk Köprüsü’ne götürüldük. Orada, bize dışarı çıkıp nehrin karşı kıyısındaki Suriye’ye yürüyerek geri dönmemizi söylediler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün elde ettiği uydu görüntüleri, sınır duvarında Asi nehri boyunca, Suriye’nin Salkin kasabasının batısında ve nehrin sınırla birleştiği yerin güney ucuyla Hatya sınır geçiş noktası arasındaki çeşitli noktalarda boşluklar olduğunu doğruluyor.
Antakya’dan Sınır Dışılar
Üç Suriyeli Türkiye polisinin kendilerini veya akrabalarını, Suriye’nin yaklaşık 20 km batısındaki Antakya’dan sınır dışı ettiğini söyledi.
Der Zor vilayetinden bir adam şunları anlattı:
2017 Aralık’ının sonlarında karım, iki kızım ve yaklaşık diğer 20 kişiyle birlikte el-Dureyya [yerinden edilenler için] kampı civarından sınırı geçtik. Sınır muhafızları bizi göremedi. Kaçakçılar bizi arabayla, yaklaşık iki saat uzakta bulunan Antakya’daki evlerine götürdüler. Orada 30 Suriyeli daha vardı; onlar da Suriye’den aynı gece geldiklerini söylediler. Çok geçmeden Türkiyeli polisler eve geldi. Hepimizi toplayıp bir polis karakoluna götürdüler ve ertesi sabaha kadar burada tutulduk. Parmak izlerimizi alıp fotoğraflarımızı çektiler. Sonra da hepimizi polis minibüslerine bindirip Bab al-Hawa’daki sınıra götürdüler ve Suriye’ye geri gönderdiler.
Hama vilayetinden bir adamsa eşinin başına gelenleri şöyle anlattı:
Türkler eşimi iki defa Antakya’dan geri gönderdi. [Karım] bana her şeyi anlattı. İlki aşağı yukarı bir hafta önceydi [yaklaşık 10 Şubat]. Kaçakçılar eşimi diğer 10 kişiyle birlikte arabayla Asi Nehri yanındaki sınırdan Reyhanlı’ya, oradan da Antakya’ya götürmüşler. Antakya sınırına sabah 6.00 gibi varmışlar. Türkiyeli polisler arabayı durdurmak için arabanın lastiklerine ateş etmiş. Şöförü dövmüşler ve eşimi ve diğerlerini hemen bir polis minibüsüne bindirip Bab al-Hawa sınır geçişine götürmüşler.
Eşim dört gün sonra yeniden sınırı geçti. Kaçakçılar eşimi ve 10 kişiyi daha sınırın Türkiye tarafında bulunan bir köydeki ufak bir eve, sonra da Antakya’daki bir eve götürmüşler. Evde, kendilerinin de aynı gece geldiklerini söyleyen 50 Suriyeli daha varmış. Saat sabah 7.00 gibi aniden Türkiyeli polisler eve gelmiş. Herkesin isimlerini kaydedip fotoğraflarını çekmişler. Ardından büyük bir kamyona koyup Bab al-Hawa geçişine götürmüşler. Onları bütün gün burada tuttuktan sonra da Suriye’ye geri göndermişler.
Sınır Muhafızlarının Ateş Açması
Görüşülen dokuz Suriyeli, Eylül ve Mart ayları arasında Türkiyeli sınır muhafızlarının ateş açtığı toplam 10 vaka anlattı. Bu ateş açma olayları sonucunda 14 kişinin öldüğünü ve 18 kişinin de yaralandığını söylediler.
Şubat ayı ortalarında, Der Zor vilayetinden bir adam, önceki beş hafta içinde eşi ve beş çocuğuyla birlikte dört kez Türkiye’ye ulaşmaya çalıştığını söyledi. İlk üç denemesinde Türkiyeli sınır muhafızları tarafından sınır dışı edildiklerini, dördüncüsünde ise birlikte oldukları grup sınıra yaklaşırken Türkiyeli sınır muhafızlarının ateş açtığını anlattı:
Al-Dureyya [yerinden edilenler için kamp] yakınındaki sınıra birkaç yüz metre kalmışken birdenbire Türkler bizim gruba ateş etmeye başladı. 8 yaşındaki bir kız çocuğunu öldürdüler, biri bacağından diğeri karnından olmak üzere iki adam da yaralandı. Ben karnından vurulan adama bizimle geri dönebilmesi için yardım ettim; diğerleri de kızı ve öteki yaralı adamı taşıyorlardı. Daha sonra kaçakçılar bize, bizden sonra sınırı geçmeye çalışan bir başka gruba açılan ateş sonucunda 13 yaşındaki bir kız çocuğunun öldüğünü söylediler.
2016 yılı sonlarında eşi ve bebekleriyle birlikte Halep’ten tahliye edilen bir adam, Eylül 2017 ve Ocak 2018’de üç kez al-Dureyya kampı yakınından Türkiye geçmeye çalışıp başarısız olduklarını ve ilk ikisinde yüzlerce kişiyle birlikte sınır dışı edildiklerini söyledi. Ocak’taki üçüncü girişimlerinde yaşadıklarını şöyle anlattı:
Sınır muhafızları bize ateş açınca karım karnından ve bacağından yaralandı. Hamileydi, bebeğimiz öldü. İki erkek ve 5 yaşında bir oğlan çocuğu da yaralandı. Çocuk bacağından vurulmuştu. Karımı sınırın Suriye tarafında, yakındaki bir hastaneye götürdük. İki kez kalbi durmasına rağmen hayatta kaldı. Orada ameliyat edemediklerinden dolayı ameliyat olması için Bab al-Hawa üzerinden Türkiye’ye gönderdiler. Bacağı kesildi ve rahmi alındı. Onunla birlikte sınırdan geçmeme izin vermediler ama birkaç gün sonra, bir kaçakçının yardımıyla ben ve kızım Türkiye’ye geçtik.
İnsan Hakları İzleme Örgütü İdlib’in batısında, Türkiye sınırına yakın bir Suriye hastanesinde görevli bir doktorla da görüştü. Doktor 1 Ağustos – 16 Şubat arasında hastaneye ateşli silah yaralanmasıyla getirilen 66 kişinin Türkiye sınırını geçmeye çalışırken yaralandıklarını söylediklerini belirtti.
İdlib vilayetindeki Çatışma ve İnsani Kriz
BM’ye göre, şu an İdlib’de 2 milyon 650 bin kişi yaşıyor ve bu sayının 1 milyon 750 bini İdlib sınırlarında yer alan farklı kentlerdeyken ya da Suriye’nin başka bölgelerindeyken yerlerinden edilmiş kişilerden oluşuyor. Bunların da yaklaşık 400.000’i Aralık ayından bu yana yerlerini terk etmek zorunda kalan kişiler. Eylül ayında Rusya, İran ve Türkiye’nin ateşkes uygulamak ve Hama ilinde ve vilayetin bazı bölgeleriyle Halep’in batısındaki gerilimi düşürme bölgesi konusunda anlaşmaya varmasından üç gün sonra, Rus ve Suriye birlikleri İdlib’e yeni bir saldırı başlattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü Eylül’deki saldırılar sırasında pazar yerlerinin ve yoğun nüfuslu yerleşim bölgelerinin vurulduğunu ve binlerce kişinin Türkiye sınırındaki yerinden edilmiş kişilerin barındığı yerlere kaçmasına sebep olduğunu belgelemişti.
İdlib’deki çatışmalar 8 Ekim’de, Türkiye’nin bölgeye gözlemciler göndermesinden sonra dursa da, Aralık sonunda yeniden başladı. Ocak ayında Rusya-Suriye askeri ittifakı Suriye kara birliklerine destek için hava saldırısı başlattı. Saldırılardan bazılarında yasaklı silahlar kullanıldı ve hastaneler hedef alındı.
21 Ocak günü Türkiye’nin Kürtlerin kontrolündeki Afrin’e başlattığı askeri saldırı da yerinden edilmiş sivilleri tehlikeye attı. Türk ve Kürt güçleri Suriye’nin Türkiye sınırında bulunan ve 60,000 yerinden edilmiş kişinin barındığı Atma kampının karşılıklı iki tarafından birbirlerini bombaladılar.
Tanıklar, çatışma devam ederken 6 Şubat günü top mermilerinin kampa isabet ettiğini ve 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ölümüne, ayrıca yedi sivilin daha yaralanmasına sebep olduğunu söylediler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü bu olayla ilgili yerinden edilmiş yedi Suriyeliyle görüştü. Hepsi de saldırı yüzünden çocukların aşırı korktuklarını ve uyuyamadıklarını söyledi.
6 Şubat’taki saldırıda merminin düştüğü yerin yakınında yaşayan yedi çocuk babası bir Hamalı şöyle dedi:
Olay olduğunda ben oradaydım ve hemen yardıma koştum. Küçük bir kızın öldüğünü duydum ama ben sadece iki yaralıyı gördüm. Birisi bir kolunu ve bir bacağını kaybetmişti, diğeri ise kör olmuştu. Aynı şeyin çocuklarımın da başına gelebileceğinden o kadar korktum ki, kamptan kaçtık ve Bab al-Hawa sınır geçişi yakınındaki bir araziye gittik. Ne var ki orada da tek başımıza, hiçbir yardım almadan yaşayamadığımız için yeniden kampa dönmek zorunda kaldık. Artık hepimiz sürekli korku içindeyiz.
Dört çocuk babası bir adam da bu olayın ailesini çok sarstığını ve bu yüzden İdlib’teki yerinden edilen kişilerin kaldığı bütün kampların dolu olması sebebiyle, Hama vilayetinde, çatışmalar nedeniyle hala harap durumda olan memleketleri Kafr Zita kasabasına döndüklerini anlattı. Evleri yıkıldığı için kasabının sınırındaki bir arazide yaşadıklarını ve hayatta kalmaya çalıştıklarını söyledi: “Burası hâlâ bombalanıyor ama öleceksek de evimizde ölmek daha iyi”.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün konuştuğu beş Suriyeli, son aylarda sürekli değişen cephe hattından kaçmak için İdlib içinde defalarca yer değiştirdiklerini ve Şubat ayı ortalarından bu yana, savaştan kaçabilme umuduyla Türkiye sınırına olabildiğince yakın yerlerde yaşadıklarını söylediler.
BM’ye göre Aralık ayından bu yana şiddet yüzünden en az 385.000 kişi yerlerini terk etmek zorunda kalarak aynı durumdaki 2 milyon 650 bin diğer sivile katıldılar. Bu sayının 1 milyon 350 bini son birkaç yıl içinde yerlerinden edilmiş kişilerden oluşuyor.
Şubat ayı ortalarında İnsan Hakları İzleme Örgütü, İdlib vilayetinde çalışan iki yardım görevlisiyle görüştü. İçlerinden biri bölgedeki insani durumun vehametini şöyle anlattı:
Son birkaç aydır yerinden edilmiş insanlar için hiçbir yerde yer kalmadı. Yerinden edilenlerin kaldıkları kamplar tamamen dolu ve bizim [insani yardım ekiplerinin] su, gıda, ısıtma, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçları gereğince karşılayabilecek kaynağımız yok. Kiralar çok arttığı için insanlar kasaba ve köylerin çevresindeki arazilerde, derme çatma kamplarda on binlerce nüfus bir arada yaşamaya başladı. Yardım kuruluşlarının bu insanların hepsine yardım etmesinin bir yolu yok. Tek yapabilecekleri, ara sıra bazılarına çok sınırlı bir yardım dağıtmak, ki, bu da düzenli bir biçimde yapılmıyor. Izdırap heryerde; her kampta, her köyde insanlar çile çekiyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü, yerlerini terk edip İdlib’e gelmiş 56 Suriyelinin hepsi, geçtiğimiz aylarda İdlib’te karşı karşıya kaldıkları son derece zorlu koşulları anlattılar. Bu 56 kişiden 42’si son şiddet olayları yüzünden yerlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Yerlerini yurtlarını yeni terk edenler kampların tamamen dolu olduğunu duyduklarını ve bölgedeki köy ve kasabalarda istenen son derece yüksek kiraları ödemelerinin mümkün olmadığını söyledi. Sonunda İdlib vilayetinin ıslak arazilerinde, doğru düzgün çadır alacak paraları olmadığı için çuval ve farklı malzemeleri birbirine dikerek yaptıkları derme çatma çadırlarda, genellikle başka ailelerle birlikte kalmaya başlamışlar.
Yiyecek bulmakta zorlandıklarını ve kamyonlarla gelen su için çok fazla para ödemek zorunda kaldıklarını söylediler. Ya hiçbir yardım çalışanı görmemişler, ya da gördükleri çalışanlar da onlara yardım edememiş ya da yardım getirme sözü vermelerine rağmen bir daha geri gelmemişler.
Türkiyeli yetkililer, Türkiyeli ve Türkiye’den faaliyet gösteren uluslararası yardım kuruluşlarının Suriye’ye geçmesine ve Suriyeli yardım ekipleriyle birlikte sınır bölgelerindeki kamplarda yaşayan Suriyelilere çadır ve diğer yardım malzemelerini dağıtmalarına izin veriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü çok ihtiyaç duyulan sınır ötesi yardım dağıtımına izin verilmesinin önemli olduğunu ama bunun Türkiye’yi, savaştan kaçan Suriyeli sivillerin Türkiye’ye sığınmalarına izin verme yükümlülüğünden kurtarmadığını söyledi.
AB’nin Sessizliği
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’nin Mart 2015’te başlattığı kapalı sınır politikasının Türkiye’nin sınır muhafızları tarafından az 2015 yılının Ağustos ortalarından bu yana uygulandığını belgeledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü Nisan ve Mayıs 2016’da Türkiyeli sınır muhafızlarının Türkiye’ye geçmeye çalışan Suriyeli sığınmacılara ateş açtığını ve onları darp ettiğini, bunun sonucunda ölüm ve ağır yaralanmalar yaşandığını, ayrıca Türkiye’ye geçebilenleri de Suriye’ye geri gönderdiklerini belgeledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Şubat 2018’te yayımladığı raporda da 2017 yılının ikinci yarısında meydana gelen yeni öldürme, yaralama ve geri itme vakaları belgeleniyordu.
20 Mayıs 2016 tarihinde İnsan Hakları İzleme Örgütü, İstanbul’da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi’ne Katılan BM ajanslarına ve BM üye ülkelerine yaptığı çağrıyla, sınırlarını Suriyeli sığınmacılara yeniden açması için Türkiye’ye baskı yapmalarını talep etmişti. Ancak ne Avrupa Komisyonu, ne de Avrupa Birliği üye ülkelerinden herhangi biri – veya herhangi bir başka ülke- son dönemlerde Türkiye’ye bu konuda bir baskı yapmadı. BM ajanları da kamusal alanda sessizliklerini sürdürüyorlar.
Dünyanın -ve özellikle AB’nin- Türkiye’nin uluslararası mülteci hukukunun mihenk taşı niteliğindeki ilkesini ihlal etmesine sessiz kalarak Türkiye’nin sınırdaki kötü muamele uygulamalarına göz yumuyorlar.
AB’nin daha çok sayıda Suriyeli sığınmacı ve mülteciyi kabul etmemesi de Türkiye’nin üstündeki baskıya katkıda bulunuyor. AB vakit geçirmeden Yunanistan’da bulunan Suriyeli ve diğer ülkelerden gelmiş sığınmacıların yeniden yerleştirilmesi konusunda verdiği taahhütlerini yerine getirmeli ve diğer ülkelerle birlikte çalışarak, insanların Türkiye’den güvenli bir yaşama ulaşmasını sağlayacak emniyetli ve yasal kanalları artırmalıdır. Bu kanalların artırılması çabaları daha fazla mültecinin yeniden yerleştirilmesi, insani sebeplerle sığınmacı kabülü, insani ve diğer vize türlerinin verilmesi ve kolaylaştırılmış aile birleşimini içermelidir.