Türkiye son dört yıldır hukukun üstünlüğü ve demokrasi çerçevesinde gözlemlenen dramatik aşınmaya koşut olarak, giderek derinleşen bir insan hakları krizi yaşıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolsuz gücünün konsolidasyonu sürerken, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aşırı sağ ile yaptığı ittifak 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ulusal ölçekte %51 oy almasına rağmen, aralarında İstanbul ve Ankara’nın da bulunduğu büyük şehirleri kaybetti. Muhalefet adayı Ekrem İmamoğlu, seçimleri kazanmasına yol açan oy farkını 23 Haziran’da, Yüksek Seçim Kurulu’nun meşru bir gerekçe bulunmamasına rağmen tartışmalı bir kararla yenilettiği seçimlerde, büyük ölçüde artırdı.
Türkiye’de, yargı üzerindeki siyasi etkiler ve yürütmenin kontrolü, mahkemelerin sistematik olarak uyduruk iddianameleri kabul etmelerine ve Erdoğan hükümetinin siyasal muhalif olarak gördüğü kişi ve gruplar hakkında, bunların suç sayılabilecek herhangi bir faaliyete karışmış olduklarını gösteren ikna edici kanıtlar bulunmamasına rağmen, mahkumiyet kararları vermelerine yol açtı. Bunlar arasında gazeteciler, muhalif siyasetçiler, aktivistler ve insan hakları savunucuları da bulunuyor. En büyük grup ise hükümetin 2016 Temmuzundaki darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Sünni din adamı Fethullah Gülen’in liderliğindeki hareketle bağlantılı olduğu iddia edilen kişiler.
ABD’nin birliklerini 9 Ekim günü bölgeden geri çekmesinin ardından, Türkiye, Suriyeli devlet dışı aktörlerin de yardımıyla, Suriye’nin kuzey doğusundaki bazı bölgeleri işgal etti. Söz konusu bölgeleri kontrol eden Kürt güçlerinin ve yönetiminin Türkiye’nin on yıllardır çatıştığı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki bağları gerekçe gösteren Türkiye, asıl amacının Kürt güçlerini ve yönetimini bölgeden uzaklaştırmak olduğunu açıkladı. (Bkz. Suriye Bölümü).
Olağanüstü Halin Ardından
2018 Temmuzunda sona eren kısıtlayıcı yetkiler ve uygulamalar, Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesinin bozulmasına yol açtı. Darbe girişiminin üçüncü yılında da, terörle mücadele yasası kapsamındaki suçlamalar amaçları dışında kullanılmaya devam etti. 2019 Temmuzu itibariyle, Adalet Bakanlığı rakamlarına göre, Türkiye’nin bir terör örgütü olarak gördüğü Gülen hareketi ile ilişkili davalarda TMY kapsamındaki suçlardan 69 bin 259 kişi yargılanmakta, 155 bin 560 kişi hakkında da savcılık soruşturması yürütülmekteydi; bunlardan 29 bin 487’si ise tutuklu veya hükümlü olarak hapisteydi. Resmi rakamlara ulaşmak mümkün olmasa da sayılarının 8500 civarında olduğu tahmin edilen ve aralarında seçilmiş siyasetçiler ve gazetecilerin de bulunduğu bir grup insan ise Kürdistan İşçi Partisi (PKK/KCK) ile ilişkili oldukları iddiasıyla tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyor; daha fazla sayıda insan da, aynı iddiayla, tutuksuz olarak yargılanıyor.
İl valilerine, illerindeki seyahat ve toplanma özgürlüğünü, kamu güvenliği ve düzenin sağlanması gibi muğlak gerekçelerle kısıtlama yetkisi veren bir düzenlemenin 2018 yılında yürürlüğe girmesinin ardından, Türkiye’de toplanma özgürlüğü ağır bir şekilde sınırlandırıldı. Bu sınırlamaların etkileri, ülkenin Kürt nüfusun yoğunluklu olarak yaşadığı güneydoğu bölgelerinde veya bu bölgeyle ilgili gösteri yürüyüşlerinde ve ülke çapındaki lezbiyen, gey, biseksüel veya trans toplantılarında orantısız olarak daha çok hissedildi.
Kamu çalışanlarının kitlesel olarak kamu görevinden çıkarılmalarını incelemek amacıyla kurulan komisyon, 25 Ekim 2019 tarihi itibariyle 92 bin vakada karar açıkladı (8100 kişi hakkında işe iade veya benzeri telafi kararları verildi). 34 bin vakanın incelenmesi halen sürüyor. Kararlara, Ankara’daki iki idare mahkemesi aracılığıyla yapılan itirazlara ilişkin süreç ise epeyce ağır ilerliyor.
2016 yılında 250 kişinin ölümüyle sonuçlanan darbe girişimine karışmış oldukları gerekçesiyle haklarında ceza davası açılan askeri personelin ve diğer kişilerin yargılamaları sürdü. Adalet Bakanlığı rakamlarına göre, Temmuz ayı itibariyle 3 bin 611 sanık hakkında mahkumiyet, 2 bin 608 sanık hakkında da beraat kararı verilmişti. Yargıtay bazı davalarda kararları onadı, bir çok başka davada ise temyiz süreci halen sürüyor.
Erdoğan Cumhurbaşkanlığının Ekim ayında TBMM tarafından kabul edilen yargı reformu paketiyle bir çok yasada değişiklik yapıldı, ancak bu değişiklikler çok genel ve muğlak oldukları için, Türkiye’nin adalet sistemindeki derin ve yaygın bozukların giderilmesi için gerçek önlemlerin alınabileceğine ilişkin umut doğurmadılar.
İfade, Örgütlenme ve Toplanma Özgürlükleri
Bu satırlar yazıldığı sırada tahminen 119 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu veya “terör örgütü propagandası yapmak” ve “terör örgütü üyesi olmak” gibi suçlardan hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu. Yüzlerce gazeteci ve medya çalışanı da tutuksuz olarak yargılanıyor. Medya kuruluşlarının çoğunluğu Erdoğan’ın siyasi çizgisine uygun yayın yapıyorlar.
Yargıtayın Cumhuriyet gazetesi davasında yargılanan 13 gazetecinin mahkumiyetlerini bozma kararına rağmen, söz konusu gazetecilerin yeniden yargılamasında, alt mahkeme, üst mahkemenin kararını hiçe sayarak, bu gazeteciler hakkında, “bir terör örgütüne yardım ve yataklık” yapmak suçundan bir kez daha mahkumiyet kararı verdi. İstanbul’daki mahkeme, ilk yargılamada verdiği, dört yıl ile sekiz yıl arasında değişen hapis cezalarının aynısını verdi, ancak bu kez gazeteci Kadri Gürsel’i beraat ettirdi. Cezaevinde uzun süre tutuklu kalmış söz konusu gazetecilerin tamamı, halen serbest ve hepsi mahkumiyet kararlarını temyize götürdü.
Kasım ayında yapılan yeniden yargılamasında “bir terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak” suçundan hakkında mahkumiyet kararı verilen ve on yıl altı ay hapis cezasına çarptırılan yazar Ahmet Altan, üç yılı aşkın bir süredir tutuklu olarak bulunduğu cezaevinden önce tahliye edildi, bir hafta sonra ise, İstanbul’daki bir mahkemenin tahliye kararına yapılan itirazı kabul etmesi üzerine, yeniden tutuklanarak cezaevine kondu. Altan hakkındaki süreç, başından sonuna keyfi ilerlemişti ve yürütmenin ağır müdahalesini gözler önüne seriyordu.
Türkiye’deki Kürt medyasında çalışan gazeteciler orantısız bir şekilde hedef alınmaya devam ederken, ülkenin güneydoğusundan yapılan eleştiriler ve muhalif yayınlar üzerinde de çok ağır kısıtlamalar var. Ağustos ayında kabul edilen bir düzenleme, internet üzerinden yapılan düzenli yayınları Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun denetimine tabii kılıyor ki bu YouTube gibi kanallardan yapılan haber yayınlarının, Netflix gibi platformların, Periscope ve diğer kanallardan yapılan sosyal medya yayıncılığının tamamının RTÜK tarafından denetlenebileceği ve yasalara aykırı bulunmaları halinde içeriğin kaldırılması gibi yaptırımların uygulanabileceği anlamına geliyor. Türkiye’de Internet yayıncılığı yapan kuruluşların, bu kuruluşlar yurt dışından yayın yapıyor olsalar da, Türkiye’den lisans almaları gerekiyor ve bu kuruluşların kanunları ihlal etmeleri halinde lisansları iptal edilebiliyor. İnsan hakları grupları bu yeni düzenlemenin, çevrimiçi haberlerin ve diğer içeriklerin daha da fazla sansüre uğraması gibi bir sonuç doğurmasından endişe ediyorlar.
Türkiye’deki binlerce kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle ceza soruşturmaları, yargılamaları ve mahkumiyet kararlarıyla karşı karşıya kalırken, yetkililer de web sitelerini engellemeye ve çevrimiçi içeriği kaldırmaya devam ediyorlar. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına ilk seçildiği 2014 yılından bu yana, “cumhurbaşkanına hakaret” suçundan verilen mahkumiyet kararlarının sayısında dramatik bir artış gözlemlendi. Wikipedia, Türkiye’de 2017 yılından bu yana yasaklı durumda.
Anayasa Mahkemesi 2016 Ocağındaki bir dilekçeye imza atan akademisyenler hakkında, Temmuz ayında hak ihlali kararı verdi. 822 akademisyen hakkında açılan davalar, hükümetin güneydoğudaki askeri operasyonlarını eleştirdikleri ve barış çağrısı yaptıkları için “terör örgütü propagandası” yapmak suçundan verilmiş yüzlerce mahkumiyet kararı ile sonuçlanmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin kararı akademisyenlerin kendilerine isnat edilen suçlardan beraat etmelerinin yolunu açtı.
İstanbul’da bir mahkeme Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Istanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, 2012 — 2017 yılları arasında yaptığı sosyal medya paylaşımlarında Cumhurbaşkanına hakaret etme başta olmak üzere bir dizi suçtan mahkumiyet kararı vererek, Kaftancıoğlu’nu dokuz sene sekiz ay hapis cezasına çarptırdı. Bu satırlar yazıldığı sırada temyiz süreci sürüyordu, ancak mahkumiyet kararının onanması halinde Kaftancıoğlu’nun siyaset yapması yasaklanabilir ve Kaftancıoğlu cezaevine konabilir. Kaftancıoğlu davası, siyasi muhalifleri taciz etmek amacıyla yürütülen sistematik çabanın örneklerinden sadece biri.
İnsan Hakları Savunucuları
Haziran ayında işadamı ve sivil toplum önderi Osman Kavala’ya dava açılmasıyla birlikte insan hakları savunucularının hedef alınması hız kazandı. Kavala 2017 Kasımından bu yana tutuklu olarak cezaevinde bulunuyor. Kavala, barışçıl aktivizm ve sanatla ilgilenen 15 kişiyle birlikte, 2013 yılındaki İstanbul Gezi Parkı protestolarını organize ve finanse etmekle suçlanıyor. Söz konusu onaltı kişi için hazırlanan iddianamede, suç sayılabilecek bir faaliyete ilişkin herhangi bir kanıt sunulmadığı gibi, Amerika’da yaşayan hayırsever George Soros da Gezi Protestolarının ardında olmakla itham ediliyor. 2018 Kasımında gözaltına alınan insan hakları savunucusu Yiğit Aksakoğlu, Haziran ayında yapılan duruşmada serbest bırakıldı. Bu satırlar yazıldığı sırada yargılama halen sürüyordu.
Dokuz Türkiyeli ve iki yabancı uyruklu insan hakları savunucusunun yargılamaları sürdü. Söz konusu hak savunucularının tamamı 2017 yılında tutuklanmış ve kendilerine Terörle Mücadele Kanunu kapsamında suçlar isnat edilmişti. Tutuklananlar arasında Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye direktörü İdil Eser ve aynı örgütün Türkiye onursal başkanı Taner Kılıç da vardı. Kılıç tutuklu olarak bir sene cezaevinde kaldı.
Başta insan hakları ihlallerine odaklananlar olmak üzere avukatların yargılanması ve bu yargılamalarda verilen mahkumiyet kararları, Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlamaların, taciz amacıyla nasıl kullanıldığına örnek teşkil eden vakalar olarak ön plana çıktılar. Mart ayında İstanbul’daki bir mahkeme, kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin başkanı, Ankara Barosu’ndan Avukat Selçuk Kozağaçlıoğlu’nu, 11 başka avukatla birlike, terör örgütü üyeliği suçundan 11 yıl hapse mahkum etti. Bu satırlar yazıldığı sırada dava temyiz sürecindeydi.
İnsan hakları avukatı Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015 tarihinde vurularak öldürülmesi olayında, bu güne kadar etkili bir soruşturma başlatılmadı.
Ankara Valiliği’nin lezbiyen, gey, biseksüel ve trans hakları gruplarının kamuoyuna açık etkinliklerine yönelik genel ve kapsamlı yasağı, Nisan ayında, Ankara’daki bir mahkeme tarafından kaldırıldı. Ancak söz konusu kentteki ve Türkiye’nin diğer şehirlerindeki yasaklar sistematik olarak devam ediyor ve LGBT hakları konusundaki yaklaşımın ne kadar baskıcı olduğunu gözler önüne seriyor. Istanbul Onur Yürüyüşü üst üste beşinci yılında da yasaklandı, Antalya ve İzmir gibi kentlerdeki diğer onur yürüyüşleri de yasaklandı.
Kadın hakları aktivistlerinin salgın gibi yayılan kadına karşı şiddet sorununu protesto etmek amacıyla, 8 Mart günü düzenledikleri İstanbul Uluslararası Kadın Günü gösteri yürüyüşünü dağıtmak için, polisler biber gazı kullandı.
Gözetim Altında İşkence ve Kötü Muamele, İnsan Kaçırma
Son dört yılda polis gözetimi altında ve cezaevlerinde işkence ve zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yapıldığına ilişkin iddialarda gözlemlenen yükseliş, Türkiye’nin geçmişte bu alanda kaydettiği ilerlemeyi geriye çevirdi. Hedef alınanların başında Kürtler, solcular ve Fethullah Gülen’in takipçileri geliyor. Savcılıklar bu türden iddialara yönelik anlamlı soruşturmalar başlatmıyorlar ve bu tür olaylara adı karışan güvenlik ve kamu görevlileri için yaygın bir cezasızlık kültürü hüküm sürüyor.
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (İÖK) darbe girişiminden bu yana Türkiye’deki cezaevlerine ve nezarethanelere iki ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretlerin biri 2019 Mayısında yapıldı, ancak Türkiye Hükümeti söz konusu ziyaretlerle ilgili raporların hiç birisinin yayınlanmasına izin vermedi.
Şubat ayında altı, Ağustos ayında ise bir kişi, devlet görevlileri tarafından zorla kaybedildiklerini düşündüren koşullar altında kaçırıldılar. Bunlardan altısı aylar sonra polis gözetimi altında ortaya çıktıktan sonra tutuklanarak cezaevine kondu, ancak aileleri tarafından gönderilen avukatlarla görüşmeleri kısıtlandı.
Türkiyeli yetkililer Gülen destekçisi olduğu iddia edilen ve çoğu öğretmen olan kişilerin, dünyanın farklı ülkelerinden sınır dışı edilmeleri için çaba sarfetmeye devam etti. Türkiye’nin taleplerine olumlu yanıt veren ülkeler hukuki süreçlerin ve yargı denetiminin etrafından dolandılar. Bu şekilde hukuksuz olarak sınır dışı edilen kişiler Türkiye döndükten sonra tutuklanarak yargılandılar.
Kürtlerle Çatışma ve Muhalefet Üzerindeki Baskılar
Güneydoğuda, özellikle kırsal bölgelerde, TSK ile silahlı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmalar aralıklı olarak 2019’da da devam etti. Erdoğan hükümeti, son milletvekilliği seçimlerinde ulusal ölçekte %11.9 oranında oy almış, demokratik olarak seçilmiş Halkların Demokrasi Partisi (HDP) ile PKK arasındaki bir fark görmeyi yine reddetti.
İçişleri Bakanlığı, Ağustos ayında, 31 Mart yerel seçimlerinde seçilerek göreve yeni başlamış olan Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarını, haklarında terör örgütü ile ilişkili oldukları iddiasıyla yürütülmekte olan ceza soruşturmalarını ve yargılamalarını gerekçe göstererek, Ağustos ayında görevden aldı. Halkın seçilmiş Belediye Başkanlarının yerine, söz konusu şehirlerin belediyelerinin yönetimine il valilerini “kayyım” olarak atayan İçişleri Bakanlığı, belediye meclislerini de feshederek, söz konusu kentlerde yerel demokrasiyi askıya aldı. Bunu takip eden aylarda, bölgedeki başka HDP’li belediye başkanları da görevden alındı. Bu satırlar yazıldığı sırada 24 Belediye başkanı görevden alınmış, bunlardan 14’ü ise tutuklanmıştı.
HDP’li Belediye başkanlarına karşı açılan davalar, yetkililerin ceza davalarını ve tutukluluğu kötü niyetle ve siyasi amaçlarla kullandıklarına ilişkin en güçlü kanıtı sunuyorlar. Türkiye, 2018 yılında AİHM’in HDP’nin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi yönündeki bir kararını uygulamadı ve bu karara mahkemenin Büyük Dairesi nezdinde itiraz etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demirtaş’ın ya da diğer eş başkan Figen Yüksekdağ’ın hapisten çıkmasına izin vermeyeceğini açıkladı. AİHM’in nihai kararını, 2020 yılının ilk yarısında vermesi bekleniyor.
Mülteciler ve Göçmenler
Türkiye dünyada en çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapmaya devam ediyor ki bunların 3.7 milyon kadarı Suriyeli. Türkiye’de bunun dışında Afganistan, Irak ve diğer ülkelerden gelen mülteciler de bulunuyor. Istanbul Valiliği Temmuz ayında İstanbul’da kayıtlı olmayan Suriyeli ve diğer mültecilerin, başka illere gönderileceğini açıkladı. Türkiyeli yetkililer İstanbul’daki ve başka illerdeki bazı Suriyelileri, bazı vakalarda şiddet, sözle tehdit etme ve süresiz alıkoyma ile tehdit etme gibi yöntemler kullanıp, gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaya zorlayarak, hukuksuz olarak sınır dışı ettiler. Türkiye’nin Suriye sınırı, kapalı kalmayı sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki Suriyelilerin Suriye’nin kuzeydoğusundaki bir güvenli bölgeye yerleştirilmeleri gerektiğini defalarca söyledi.
Önemli Uluslararası Aktörler
Türkiye’nin Avrupa Birliği ve AB üyesi devletlerle siyasi ilişkileri sınırlı, ancak Türkiye hedefinin AB üyeliği olduğunu iddia ediyor. AB yaptığı değişik açıklamalarla ve Mayıs ayında yayınladığı raporla, Türkiye’deki olumsuz iklimin varlığını kabul etti. Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye düzenlediği askeri harekatı kınarken, bir yandan da önceliği Türkiye ile yaptığı göç anlaşmasına verdi. Avrupa Konseyi Haziran ayında “Türkiye’nin giderek Avrupa’dan uzaklaştığını” not etti.
Amerika-Türkiye ilişkileri, Türkiye’nin 2019 senesinde Rus S-400 füzelerini satın almasıyla birlikte daha da kötüleşti. Bu NATO üyesi ülkeler arasında, daha önce emsali olmayan bir gelişmeydi. Türkiye’nin Ekim ayında Kuzey Suriye’ye düzenlediği askeri harekat; Türkiye’nin ABD konsolosluğunda çalışan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, biri tutuklu üç görevliyi taciz amaçlı olarak yargılaması ve Fethullah Gülen’in Amerikan topraklarında bulunması gibi konularda da gerilimler sürüyor.
AİHM, Nisan ayında, eski Anayasa Mahkemesi üyesi Alpaslan Altan’ın özgürlüğünün tahdit edilmesinin hak ihlali olduğuna, zira Altan’ın 2016 Temmuzundaki darbenin hemen ardından tutuklanmasına dayanak teşkil edebilecek makul bir şüphenin bulunmadığına karar verdi. Eylül ayında verilen ve ailerinden uzakta tutulan bir çok tutuklu ve hükümlüyü ilgilendiren başka bir kararda ise, AİHM tutuklu ve hükümlülerin uzaktaki hapishanelere gönderilmelerinin, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkını ihlal ettiğini tespit etti.