Background Briefing

AİHM hükümlerinin, Türkiye’de yerinden edilenler üzerindeki etkisi

Yukarıda değinildiği gibi, 1996 yılındaki Akdivar-Türkiye davasında AİHM’nin verdiği karar, Kürt köylülerle Türk hükümeti arasındaki ilişkide bir dönüm noktası niteliği taşıyor. Dava, Diyarbakır’ın Dicle ilçesi yakınlarındaki Kelekçi köyünden bir köy korucusu ailesi ile ilgili. Ailenin üç üyesi Temmuz 1992’de bir PKK saldırısında ölünce, ailenin geri kalanları köy koruculuğu sisteminden istifa etti. Kasım 1992’de jandarma muhtara köyün tüm sakinlerini boşaltması için talimat verdi. Muhtar köylüleri toplarken zırhlı araçlar içindeki askerler ağır silahlarla köylülere ve evlerine ateş açtı. Askerler ayrıca dokuz evi ateşe verdi ve bu evler içindekilerle beraber bütünüyle kül oldu. Askerler köylülerin hayvanlarına ateş açtı. Kelekçi köylüleri yakınlardaki ilçelere kaçtı. Askerler ertesi yılın Nisan ayında köyün geri kalanını da—toplam 136 hane—yaktılar.

AİHM’nin bu davadaki kararı özellikle önemli çünkü bu, Türkiye’nin güney doğusundaki zorla göç olgusunun seyrini tarihin siciline resmi bir şekilde kaydetti ve ayrıca tazminat ödenmesini sağladı. Karar, ordunun, kendi halinde çiftçi ailelerini evlerinden etmekten sorumlu olduğunu açık bir dille ifade etti. Mahkeme, maddi kayıplar için yüklü tazminatların yanısıra, zorla göçün travmasından kaynaklanan, manevi zararlar için de yüklü bir tazminat hükmetti. Yıllar boyunca devlet görevlilerinin ve yerel savcıların bürolarından kovalanan yerinden edilmiş köylüler, artık adalet için başvurabilecekleri ve adil bir yargılama ümidi taşıyabilecekleri bir yere kavuşmuşlardı. AİHM, Akdivar davasını izleyen bir kısım başka davalarda, güvenlik güçlerinin Kürt köylülerin evlerini yaktığını ve/veya onları kuvvet kullanarak yerinden edildiklerini karara bağladı.16 Bu dönemde ayrıca Türk hükümetinin yerinden edilenlere yüklü tazminatlar ödediği dostane çözümler de oldu.17 Mahkemenin hükme bağladığı tazminatlarla, tarafların kendi aralarında anlaştıkları miktarlar, 2005 ortasındaki rakamlarla, aile başına ortalama olarak 82.591 YTL (55.336$) civarındaydı. Adalet Bakanlığı’nın 2001 yılı rakamlarına göre, o tarihte AİHM önünde karar bekleyen, güneydoğudaki ev tahripleriyle ilgili olarak Türkiye aleyhine açılmış 1500 dava vardı.18

Bu davalar Türk hükümeti için kaygı vericiydi. Çünkü askerinin güneydoğudaki ev tahriplerinden tekrar tekrar sorumlu tutulacağı mahkeme kararları ve davacılara ödenecek yüklü tazminatların yanısıra, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de tekdiri ile karşılaşma tehdidi oluşturuyordu. Büyük bir ihtimalle AİHM önünde bekleyen dava sayısının yüksekliği, Türk hükümetinin Tazminat Kanunu çıkarma kararında belirleyici faktör oldu.

Köylüler kadar AİHM de adil bir şekilde uygulanacak ve çatışma mağdurlarına yeterli çözüm sunacak, iyi tasarlanmış bir tazminat kanunu memnuniyetle kabul edecek durumdaydı. Mahkeme, 2004 yılında Doğan ve Diğerleri-Türkiye davasında verdiği kararda19 Türkiye’de yerinden edilenlerin etkili iç hukuk yollarının tükendiğine karar verdi. Karar, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin Göç, Sığınmacılar ve Demografi Komitesi raportörünün tazminatla ilgili önerilerine atıfta bulunuyordu. İnsan Hakları İzleme Örgütü, işlevsel bir tazminat Yasası’nın, köylüler için belirli oranlarda da olsa, zamanında uygulanmış bir adalet sağlayacağı, uzun süredir devam eden acılara son vereceği ve AİHM üzerindeki yükü hafifleteceği görüşündedir.

Tazminat Yasası, Doğan kararından bir ay sonra, Temmuz 2004’te kabul edildi. 2005 yılına gelindiğinde, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan zarar tespit komisyonları, yerinden edilenlerin taleplerini değerlendirmeye başlamıştı. Bu aşamada hükümet, yasanın güvenilirliğini sağlama konusunda kararlılığını belirtiyordu. 2005 yazında Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül bir bildiri yayınlayarak zarar tespit komisyonlarının çalışmalarına hız vermeleri, istedikleri deliller konusunda “esnek” olmaları ve yapılan uzlaşmalarda eli açık davranmaları çağrısında bulundu.20 Hükümet, AİHM önünde karar bekleyen çok sayıda dava konusunda endişeliydi ve mahkemeye delil olarak sunulmak üzere, Tazminat Yasası’nın yerinden edilenler için etkili bir çözüm yolu olduğunu gösterecek tazminat kararları istiyordu. Belki de Türk hükümetinin bu açık mesajının bir sonucu olarak, 2005 başlarında Batman’daki zarar tespit komisyonları, yerinden edilen ailelere ortalama olarak 50.000 YTL (33.500$) civarında tazminatlar ödedi. Bu miktarlar, yerinden edilenlerin uğradıkları gerçek zararları karşılamaktan uzak olsa da (bkz. aşağıdaki bölüm), on yıl önce terk etmek zorunda bırakıldıkları evlerinde yeni bir hayata başlamalarına yetecek, gerçekçi rakamlardı. Hükümet AİHM’ne bu uzlaşma rakamlarını, Tazminat Yasası’nın yerinden edilenlerin sorunlarına çare olabileceğinin kanıtı olarak sunarak, ev tahribi ile ilgili olarak mahkemede karar bekleyen davaları kabul edilmez gerekçesiyle reddetmesi için ikna etmeye çalışıyordu.

Oysa aynı sıralarda, kimi zarar tespit komisyonları çok daha düşük rakamlar ı—bazı durumlarda 5.000 YTL (3.350$) gibi alay edercesine— öneriyordu.21 İnsan Hakları İzleme Örgütü 22 Şubat 2006’da Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’e yazarak, zarar tespitlerinde daha tutarlı ve adil bir yaklaşım sergilenmesi çağrısında bulundu.

Ancak AİHM Ocak 2006’da, Tazminat Yasası’nın “mülklerine erişemeyenlere, sözleşme çerçevesindeki ihlallerin telafi edilmesine imkan verecek ” yeterli bir iç çözüm olduğuna ve Tunceli’nin Ovacık ilçesi yakınlarındaki Eğrikavak köyünden zor kullanılarak sürgüne gönderilen Aydın İçyer’in müracaatının kabul edilemez kararını verdi.22 Mahkeme, Tazminat Yasası’nın, İçyer’in durumundaki insanların ihtiyaçlarına cevap vermek için özel olarak hazırlanmış bir çözüm olduğuna, Türkiye’nin bütün illerinde uygulamaya konduğuna ve 170.000 ailenin bu kanuna dayanarak müracaatta bulunduğuna hükmetti. Mahkeme İçyer’in önünde, AİHM’ne başvurmadan tüketilmesi gereken Türkiye içinde etkili bir iç çözüm gerekçesiyle Aydın İçyer’in davasını reddetti.

Mahkeme, Tazminat Yasası ve komisyonların yeterli çözüm sunmaya muktedir olduğu ve 2005 yılı içinde bir kısım başvuruculara gerçekten de bu çözümleri sunduğu konusunda kesinlikle haklıydı. Ancak, kanun ve uygulama yönetmelikleri maalesef, zarar tespit komisyonlarının keyfi kararlar vermesi için fazla geniş bir çerçeve sağlıyor. İçyer kararı, zarar tespit komisyonlarına, bu alandaki tüm kaçamak yolları sonuna kadar kullanma olanağı için bir zemin oluşturmuş gibi görünüyor.

Zarar tespit komisyonlarının çalışmaları, İçyer kararından bu yana geri adım attı. Tespit komisyonları artık uzlaşma koşullarını kendi başlarına oluşturmak, daha önce örnekleri görülenlerden çok daha düşük rakamlar belirlemek ve çok daha fazla sayıdaki müracaatçıyı kanun kapsamı dışında tutma konusunda çok daha özgürler.



16 Örneğin bkz., Menteş ve diğ.-Türkiye, AİHM, 28 Kasım 1997; Selçuk ve Asker-Türkiye, AİHM, 24 Nisan 1998; Bilgin-Türkiye, AİHM, 16 Kasım 2000; Dulas-Türkiye, AİHM, 30 Ocak 2001.

17 Örneğin bkz., Aydın-Türkiye, AİHM, 10 Ekim 2001; Kemal Güven-Türkiye, AİHM, 22 Mayıs 2001; Aygördü ve diğ.-Türkiye, AİHM, 22 Mayıs 2001; Ince ve diğ.-Türkiye, AİHM, 22 Mayıs 2001, ve İşçi-Türkiye, AİHM, 25 Eylül 2001.

18 Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Müdürlüğü Bülteni, 14 Temmuz 2004.

19 Doğan ve diğerleri-Türkiye, AİHM, 29 Haziran 2004.

20 Türkiye İktisadi ve Sosyal Etütler Vakfı İç Göç İzleme Merkezi, Güvensizlik Mirasının Aşılması: Devlet Ve Yerinden Edilmiş Kişiler Arasında Toplumsal Mutabakata Doğru, (Cenova/İstanbul: NRC/IDMC/TESEV, Haziran 2006), ss. 36-7.

21 Örneğin, Diyarbakır zarar değerlendirme komisyonunun 4.858 YTL bedel için 7 Temmuz 2005 tarih ve 2005/4-509 no.lu kararı; Diyarbakır zarar değerlendirme komisyonunun 4.200 YTL bedel için 1 Ağustos 2005 tarih ve 2005/4-388 sayılı kararı; Diyarbakır zarar değerlendirme komisyonunun, 4.577 YTL bedel için 9 Eylül 2005 tarih ve 2005/4-534 sayılı kararı; Diyarbakır zarar değerlendirme komisyonunun, 3.640 YTL bedel için 9 Eylül 2995 tarih ve 2005/4-507 sayılı kararı.

22 İçyer-Türkiye başvurusunun red kararı (müracaat no. 18888/02), AİHM, 12 Ocak 2006.